Trabzonspor Teknik Direktörü Abdullah Avcı, kulüp dergisine önemli açıklamalarda bulundu.Trabzonspor Dergisi'ne açıklamalarda bulunan Avcı, ligi şampiyon tamamladıkları geçen sezonda özellikle son 1,5 ay "Şampiyon olduk, olacağız" gibi bir durum yaşandığı için hem şehrin hem takımın normalleştiğini ve şampiyonluğu ilan ettikleri Antalyaspor maçından sonra bile şampiyonluğu tam hissedemediğini belirtti.
Abdullah Avcı’nın kulüp dergisine yaptığı açıklamalar şu şekilde;
Biraz sondan başa gidelim hocam… Geçen ay bugün hep birlikte önce Şampiyonların Filosu’yla denizde, ardından Akyazı’da, stattaydık. Bizler ekip olarak işin organizasyon tarafında olmamıza, tüm akışı biliyor olmamıza rağmen çok etkilendik, büyülendik. 14 Mayıs günü sizlere neler hissettirdi Hocam?
14 Mayıs benim için özel bir gün. 14 Mayıs 2005, U-17 Avrupa Şampiyonu olup kupa kaldırdığım gündü. 14 Mayıs 2022, Trabzonspor’la kupa aldığımız gündü. Bunu ben de o gün fark ettim. Son bir buçuk ay, ‘şampiyon olduk olacağız’ gibi bir durum olduğu için ben şampiyon olduğumuz Antalya maçında ne olduğunu anlayamadım aslında. Normalleşmişti. Şehirde de takımda da normalleşmişti. ‘Mart’ta olamadık diye üzülmesinler’ dedim, ‘Nisan’da olur, iki bayramı bir arada yaparız’ dedim. Öyle de oldu. Şampiyonluğu tam olarak ne zaman nasıl hissettin dersen, ben son güne kadar şampiyonluğu hissetmedim. Antalya maçında şampiyon olduk, gece yattık, kalktık, ertesi sabah da anlayamadım. Normal bir uyanıştı yani… Bu sanıyorum normalleşmekten kaynaklanan bir şeydi. Ama denize çıktığımız an, ben ‘Gerçekten çok büyük bir şey olmuş’ dedim. Bu başka bir şeydi. Film platosu gibiydi denizin üstü, insanlar, yaşadığımız o duygu inanılmazdı…
Denize sırtını dönmüş bir şehir diye düşünüyorum bazen Trabzon için... Denizdeki organizasyonu düşünürken, aslında şehrin denizle barışmasının vesilesi de yine Trabzonspor olsun diye düşündük. Zaten yetmiş ve seksenli yıllarda alınan şampiyonluklarda da denizde kutlamalar yapılmıştı. Bir geleneğin devamıydı aslında bu. Denize sırtını dönmüş dedin ya, denizle dalgayla fırtınayla örtüşen bir yer Trabzon aslında. Ve Trabzonspor denizle, dalgayla, fırtınayla özdeşleşen bir kulüp. O nedenle de atmosfer çok ama çok etkileyiciydi. Gerçekten film platosunda gibiydik. İrili ufaklı yüzlerce tekne, yetmiş yaşındaki teyzelerden genç kızlara, çocuklara binlerce taraftar… Meşaleler, bayraklar… Ben o an anladım şampiyon olduğumuzu. Ardından üstü açık otobüsle limandan stada gidişimiz ve stattaki etkinlikler de harikaydı. O gün her şeyin farkına vardım...
Stattaki kupa töreninde sahneye Gökhan Tepe’nin Beyaz parçasıyla çıktınız. Şarkının nakarat kısmı ‘teşekkür ederim’ diye devam ediyor. Neden bu şarkıyı seçtiniz ve o gece kimlere teşekkür ettiniz?
İnsanların dönem dönem hissettikleri parçalar vardır, yaşadıkları vardır. Parçaları sevmen o parçaya bağımlı kalman, belli bir süre dinlemen, aslında belki o anda yaşadıklarınla alakalıdır. Bir dönem Padişah’ı seviyordum örneğin, Sibel Can’ın. Belki o günlerde bana hitap ediyordu. Kutlamadan önce de sevdiğim birkaç parça vardı, vardı ama yaşadıklarımla örtüşmüyordu. Yanlış da anlaşılabilir durumlar yaratabilirdi. Onun için o parça (Beyaz) aklıma geldiğinde, açıp tekrar dinlediğimde, sözlerinde aslında benle örtüşen çok şeyler vardı.
O anı hayal ettiniz mi peki? Teşekkür ederim, diyerek giriş yaptığınızı sahaya?
Ben Gökhan Tepe’yi aradım, benim kardeşim gibidir. Bu güzel şarkıdır, ama tribünü çok harekete geçirecek bir parça değildir, dedi. Ben de dedim ki sözlerinde benimle örtüşen şeyler var: Sarı sandıklarda saklamıştık aşkımızı… Sandık, bayrakları sandıktan çıkarma… Sonra şöyle diyor; bazen hayat vermek ister aldıklarını… Trabzonspor’un durumu ile benimle örtüşen sözler yine. Sonra teşekkür ediyorsun taraftarla karşılıklı. Çünkü bir sene boyunca karşılıklı destek var birbirine. Neticede ortada bir durum, bir hikâye ve onunla örtüşen sözlere sahip bir şarkı var. Bence çok güzel oldu.
Orada yarattığı etki de inanılmazdı gerçekten şarkının. Evet, Gökhan Tepe’nin dediği gibi bir tribün şarkısı değildi ama o tribünler sizin ‘Teşekkür ederim’ derken verdiğiniz mesajı aldı ve şarkıya eşlik ederek aslında onlar da size teşekkür etti.
Çok olumlu tepkiler geldi bana da. Şarkının sözünü yazan arayıp çok teşekkür etti, bestesi yapan Gökhan çok teşekkür etti, seyircinin de zaten dediğin gibi, çok hoşuna gitti.
Hocam, siz bu şehrin 38 yıllık kupa özlemini dindiren teknik direktörü oldunuz. Bu sizi bir anda bambaşka bir yere taşıdı. Taraftarın size atfettiği anlam, biliyoruz ki artık çok farklı… Bu sizin üzerinizde başka türlü bir sorumluluk yahut baskı yaratıyor mu?
Benim hayatta felsefem şudur: Samimi, dürüst, çalışkan… Yaptığımız meslekle alakalı, üzüldüklerimiz, hayal kırıklığına uğradıklarımız, kaybettiklerimiz olmuştur. Ama bugün kaybettiğimiz yarın bize kazanç olarak gelebilir. Şarkının sözlerindeki gibi hayat aldıklarını geri verir bazen. Şehrin böyle bir potansiyeli hep vardı, ama hayat hem bu şehirden hem de benden aldıklarını geri verdi ve biz bu potansiyeli hep birlikte ortaya çıkardık. Bana çok iyi hissettiriyor bu duygu. Mesleki tatmin de var elbette. Bu, meslekte yaşadığın çok önemli bir tatmin. Sorumluluktan çok bence çok güzel duygular. Hissettiğim bu. Geldiğimde 10 Kasım 2020’de belki 3 gün sonra müzeyi gezdiğimde dedim ki bu tarihte ben de yer almak istiyorum. Nasip etti bize. Çalışmanın, samimiyetin ve dürüstlüğün karşılığı olduğunu düşünüyorum.
Hocam müze, tarih, tarihte yer almak demişken aklıma ‘kasketiniz’ geldi. Bu kulüpte göreve başladığınızda çalışma arkadaşlarınızın telkini miydi yoksa sizin gözleminiz miydi? Bu kasketle kurduğunuz ilişki nasıl ortaya çıktı? Orada da sanırım çok güzel örtüşen, birbiriyle kesişen iki farklı hikâye var.
Ben giyinmeye meraklı birisiyim, çocukluğumdan beri böyle. Ve İstanbul’un en renkli en önemli caddesinde büyüdüm, İstiklal Caddesi’nde. Kasımpaşa’da oturuyordum, Beyoğlu’na İstiklal Caddesi’ne sırf mağazaların vitrinlerine bakmak için çıkardım. Ki arkadaşlarım gelmezdi, oğlum hasta mısın derlerdi. Ama çok severdim saatlerce vitrinlere bakardım. İstiklal Caddesi’nde o zamanlar kasket yapan, şapka yapan Rum, Ermeni, Yahudi ustalar vardı ki ben çocukken de gençken de buralara gider kasket alırdım. Babam da kasket takardı. Sonra epey bir süre takmadım, ara verdim. En son beş sene önce idi galiba, küçük oğluma dedim ki bu kasketçiler ne oldu, bir internetten bak dedim. Trabzonspor’a gelmeden önce idi bu. Biz bazen ailecek nostalji yapmak için eşim ve çocuklarımla Beyoğlu’na çıkar, yürürüz. Kestane alırız kışın, sinemaya gideriz, çikolatacıya uğrarız. Böyle bir geleneğimiz vardır. Oğlum buldu, Madam Katia diye bir şapkacı. Galatasaray’a doğru giderken bir pasajın içinde küçük bir dükkân. Kapıyı çaldım, içeri girdim. Madam Katia’nın eşi Aleko abi beni görünce tanıdı, hocam senin ne işin var burada dedi. Dedim, kasket yaptırmaya geldim. Merakın var mıydı dedi. Var dedim. Nasıl yapıyorlar? Kumaşı ben alıyorum. Modeli beğeniyorum, onlar ölçümü alıyorlar ve 75 yaşındaki Madam Katia bunu yapıyor. O kasketi de ilk orada sipariş vermiştim. Peaky Blinders kasketleri çıkmıştı bir ara, yaptırdım ondan. Kulübe geldiğimde ise tarihe de meraklıyımdır ya zaten bu kulübün tarihini ben çok iyi biliyorum. Yetmişlere seksenlere imza atmış jenerasyonun oyuncularını izleyerek büyüdük futbol tutkunu çocuklar olarak. Sonra o oyuncuların bir kısmı ile de beraber oldum. Milli takımda beraber çalıştım, hocalığımı yapanlar oldu; Şenol Hoca gibi, Ali Kemal Denizci gibi… Ben kulüpte fotoğraflara bakarken, Ahmet Suat Özyazıcı’nın siyah-beyaz bir fotoğrafını gördüm. Omuza almışlar hocayı, kıyafete de dikkat ettiğim için ne giydiğine de bakıyorum: Kasket, eşofman, ayakkabı. Çok birbiriyle örtüşen giysiler değil. Sonra Özkan Sümer’in de kasketli fotoğrafını gördüm. Kendi kendime dedim ki, tam o dönem Süper Kupa maçımız vardı, kupayı alırsak kasketi takacağım dedim. Maça giderken kasketi yanıma aldım, bunların hepsi doğaçlama oluyor planlı değil yani. İlk yarı soyunma odasında unuttum kasketi. İkinci yarı çıkarken yanıma aldım, kulübeye koydum. Maç bitti, kazandık, kasketi orada taktım. Ben böyle bir şey olacağını bilmiyordum tabi. Vefa, saygı, aidiyet, teşekkürler Abdullah Avcı dediler. Çok güzeldi. Sonra mağazalarda satılmaya başladı, yılın 61. Gününü de Dünya Kasketliler Günü olarak kutlamaya başladık. Neticede bu benim çok sevdiğim bir aksesuar, Trabzonspor’la örtüşmesi, kulübün tarihiyle, değerleriyle ki biliyorsunuz kasketin her bir köşesi farklı bir değeri simgeliyor, şampiyon hocalarıyla örtüşmesi, her açıdan çok anlamlı oldu.
Hocam Trabzonspor taraftarı nezdinde kazandığınız güvenin ve elde ettiğiniz başarının şehrin futbol kültüründe de önemli bir kırılma yarattığını düşünenler var. Bu görüşe katılıyor musunuz?
24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Trabzon’da bankacı bir taraftarımızdan bir mesaj aldım. Sabah saat dokuzda. Özetle ‘bizlere sabretmeyi öğrettiniz, öğretmenler gününüz kutlu olsun!’ diyordu. Bu mesaj benim için kıymetli… Sezon boyunca sabır istedik, gerekçelerini anlattık, oyun planımızı, oyuna bakışımızı anlattık. Bunların işe yaradığını, karşılık bulduğunu görmek güzel. Bir de bu şampiyonluk, inanıyorum ki geçmişte yaşanan travmaların da silinmesini sağlayacak. Ayrıca bir şey daha var: ‘Dik oyna’ sloganı var ya, onun da değişmesi gerekiyor. Dik olalım, diklenelim de; oyun bugün öyle değil artık. Bizim altyapıda oynamış bir genç arkadaş bana bir gün sordu: Hocam dedi, siz bunu nasıl yaptırıyorsunuz? Neyi dedim. Topu çeviriyorlar, bir daha çeviriyorlar. Bizim taraftar buna tepki verir dedi. Dedim anlattık, sabır istedik, bak 38 pastan sonra gol oldu dedik, anlattık. A oluyormuş dediler, anladılar bizi dedim. Genç arkadaş, ben dedi topu alıp bir defa döndüğümde, hocamız hemen düdük çalıp ne yapıyorsun sen diye bağırırdı. Niye? Dikine oynayacaksın! Niye? Çünkü taraftar öyle istiyor. Taraftar baskısı… Tamam, bu oyun kültürü olabilir ama dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey kalmadı. Trabzonspor’un geçmişte zaman zaman final değeri taşıyan maçlarda kaybetmesinin nedeni de bu; baskıdan, dik oynama zorunluluğundan…
Biraz da gelecek sezonla ilgili konuşabiliriz. Ben gelecek sezonun daha zor olacağını düşünüyorum. Herkes için… Şampiyon bir takımı yeni sezon ve yeni hedeflere hazırlayacak olmak da sizler için kolay olmayacak. Bu noktada, nasıl bir hazırlık süreci içindesiniz. Neler yapıyorsunuz?
Doğru. Yine, yeni, yeniden başlıyorsun. Sıfırdan başlıyorsun. Eşim seneler önce bir gün bana ‘Ne oldu, dedi, bu puanların hepsi silinecek mi şimdi?’ Evet, her şey siliniyor aslında. Yeni mottolar, yeni hedefler, yeni söylemler artı oyunda eksik kalan ve geliştirmemiz gereken taraflar… gruplarda şöyledir, ben buna çok dikkat ettim, şampiyon olsan da olmasan da, bir grubun çalıştığı yer, oturduğu alan, sağlık odası, yatak odası, restoranını dahil yeni sezona başlarken birtakım dokunuşların olması gereken yerlerdir. Değişimi o şekilde hissettirmen lazım. Onun için bunların hepsi ile alakalı, çalışmalar yapıyoruz. O nedenle yeni hedef ve söylemler ve oyunda yeni gelişmeler olacak. Beslenmede de yenilikler olacak, restoranda da, sağlıkta da. Ve bu grup enerjisi arttıracak.
Hocam kulübümüzün altyapısı ile ilgili tasavvurlarınız var mı? Gelecek sezon daha fazla istifade etmeyi düşünüyor musunuz altyapıdan?
Altyapı ile ilgili dizayn edilmesi gereken şeyler var. Bunu Başkanımız ve yönetim ile konuştum. Ama şöyle bir güzelliği var: Burası verimli toprak, hep söylüyorum. Trabzonspor’un şampiyon olan kadrosunda Uğurcan, Ömür, Hüseyin, Serkan, Ahmetcan, ilk yarıda Parmak. Bu sayı çok iyi bir sayı. Yine de amacımız bu sayıyı arttırmak. Daha kaliteli, daha eğitimli, daha verimli bir durum oluşturmak. Geldiğimizden beri biraz dokunduk, ama daha yapmamız gereken şeyler var. Çalışıyoruz o yüzden. Bana bağlı. Arada köprüde hoca var. U-19 takımımız benim antrenman sahasının yanında antrenman yapıyorlar. A takımla aynı elbiseyi giyiyorlar, aynı tişörtü giyiyorlar, aynı malzemeyi kullanıyorlar. Oradan bazen oyuncu alıyorum, öyle kullanıyorum eğitim amaçlı. Şimdi bir de farklı yaş gruplarındaki antrenörlerimizi, futbol takımının bir müsabaka öncesi hem antrenmanda, hem analizde, hem duran topta, hem hücumda, hem savunmada nasıl hazırladığını göstermek için bir eğitime alacağız. Bir hafta on gününü geçirecek bizimle, böyle çalışmalar planlıyoruz bu sezon için özetle.
Bizi bekleyen yeni sezonda üç kulvarda mücadele edeceğiz, lig, Türkiye Kupası ve Avrupa… Öncelikli hedeflerimiz neler olacak?
Önde ulaşılabilir hedefler var. Bütüne bakmak değil de parçadan bütüne gitmekte fayda var. Benim önümde şu an itibarıyla 30 Temmuz Süper Kupa finali var. Bunu alıp cebimize koymamız lazım. Sonra en yakın, ulaşılabilir hedef Şampiyonlar Ligi. Eğer play-off oynayacaksak gruplara kalmak var. Çünkü bu hedef, ülke puanı için, prestij için, deneyim için ve kulübün ekonomisine katkı için çok çok önemli. Onun dışında Trabzonspor’un forması bu ligde her zaman yarışacak zaten. Şampiyonlar Ligi’ne göre takım mı kuracaksın diyecekler. Öyle bir şey yok. Bir kere mevcuttakinden daha iyi bir kadro kuracağız. Temmuz ayı ile Kasım ayı arası belki de daha sonra irdelenmesi gereken bir dört ay olacak. Dünya Kupası’ndan dolayı Kasım’da devre olacak. Bu önümüzdeki dört ay, acayip yoğun bir süreç. Burada maç trafiğinden ziyade benim oyuncularımın toparlanma çalışmalarını yapmam lazım, yani rejenerasyonlarının çok doğru olması lazım. Bununla ilgili mesela sağlık ekibini daha genişletiyorum. Mevcut kadromuzun eksiklerini giderek biraz daha kaliteli hale getirmemiz gerekiyor. Üç kulvarda da gidebildiği nokta nere ise o mücadelenin içinde olacak Trabzonspor. Ama önce ulaşılabilir hedef ne ise hedef o; önce Süper Kupa’yı kazanmak, ardından Şampiyonlar Ligi’ne adım atmak.