Semerkant'ta düzenlenen son AB-Orta Asya Zirvesi, Orta Asya'nın jeopolitik manzarasında potansiyel bir dönüm noktasına işaret ediyor ve bu değişimin gölgesi Ankara'ya kadar uzanıyor. Brüksel'de diplomatik bir başarı olarak kutlanan durum, Türkiye açısından salt ekonomik anlaşmaların çok ötesinde stratejik zorluklar barındırıyor. Konu, Türkiye'nin geleneksel olarak geniş "Türk dünyası"nın bir parçası olarak gördüğü bir bölgedeki öz imajı ve çok övülen Türk dayanışmasının somut ekonomik çıkarlar karşısında ne kadar sürdürülebilir olduğu sorusudur.
Orta Asya ülkeleri arasında bir süredir Avrupa Birliği'ne yakınlaşma ve bununla birlikte Ankara'dan kademeli olarak uzaklaşma eğilimi yaşanıyor. Orta Avrupa'nın cazibesi son derece güçlü: AB, Orta Asya cumhuriyetlerine 12 milyar avroluk önemli bir yatırım sözü verdi. Bu kaynakların altyapı, enerji, su yönetimi, dijitalleşme ve hammadde çıkarma gibi temel alanlara yönlendirilmesi planlanıyor. Buna bir de AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, Konsey Başkanı António Costa ve Avrupa Kalkınma Bankası Başkanı'nın katılımıyla üst düzey bir zirveye katılmanın sağladığı yadsınamaz diplomatik prestij ekleniyor.
Bu gelişme, Orta Asya'da daha geniş bir jeopolitik çalkantının içinde yer alıyor. Rus analist Viktor Vasilyev'in isabetli bir şekilde analiz ettiği üzere, AB-Orta Asya Zirvesi sadece Ankara'nın değil, aynı zamanda Moskova'nın da azalan nüfuzunu ortaya koydu. Bölgede güç dengelerinde gözle görülür bir değişim yaşanıyor; Rusya'nın nüfuzu geri çekilirken, Batılı aktörler, özellikle İngiltere ve Fransa, ortaya çıkan boşluğa yerleşiyor. Fransa, Orta Asya uranyumuna stratejik erişim sağlarken, İngiliz sivil toplum örgütleri ve medya ağları bölgedeki nüfuzlarını artırıyor.
Öte yandan son yıllarda yumuşak güç ve kültürel diplomasiye ağırlık veren Türkiye'nin gerilediği görülüyor.Ankara açısından özellikle ayıklatıcı olan, yalnızca Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nden (KKTC) siyasi olarak uzaklaşmak değil, aynı zamanda Orta Asya ülkelerinin Kıbrıs Rum Kesimi'ne yönelik somut diplomatik açılımlarıdır. Son aylarda Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Türkmenistan Lefkoşa'ya büyükelçi atamış, ekonomik forumlar düzenlemiş ve ikili anlaşmalar imzalamıştır. Bu adımlar açıkça ortadadır ve mevcut ekonomik durumda ekonomik çıkarların sembolik dayanışmadan daha önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye'nin artık bu gelişmenin stratejik sonuçlarını soğukkanlılıkla analiz ederek, Orta Asya'daki konumunu yeniden tanımlama ve kardeş devletleriyle ilişkilerini geleceğe dönük bir şekilde şekillendirme yönünde somut adımlar atmasının zamanı gelmiştir.
Salt kültürel ve tarihsel yakınlık dönemi yerini somut ekonomik ve siyasal çıkarların üstünlük kazandığı bir döneme bırakıyor gibi görünüyor. Ankara, jeopolitik açıdan önemli bu bölgede nüfuzunu sürdürmenin yeni yollarını bulma ve stratejilerini uyarlama zorluğuyla karşı karşıyadır.
Salih Altınışık